Görselliğinden ambiyansına herşeyiyle üzerimizde olumlu etki bırakan Call of Duty 4'‘un sırada oynanış kısmı var. Öncelikle kendinizi yoğun baskıya maruz kalmış olarak düşünün. Elinizde bir M4, aparatları ile birlikte toplam 3.5 Kg’ı bulan bir silahınız var ve sırtınızı dayadığınız kalınlığı 25 cm’den daha az olan evin duvarının arkasında da sayısını tahmin bile edemeyeceğiniz öfke ve nefret ile üzerinize ateş açan düşmanlarınız var.
Durup ateş açsalar gene iyi, kimisi evin çatısında Kanas ile sizi bekliyor. Bir diğeri içinde olduğunuzu düşündüğü bir eve el bombası atmayı planlıyor bir başkası elindeki roketatar ile sizi almaya gelen helikoptere sürpriz yapmayı düşünüyor. Yanınızda yaralı bir asker var ve vurulduğu sağ bacağını tutuyor hafif kıvranıyor…
Ve siz takım liderinin “Hadi!” komutu ile yerinizden fırlıyorsunuz, ilk çıkan 2-3 kişi karşı tarafa baskı ateşi açarak onları susturuyor, siz koşarak bir sonraki eve doğru yol alıyorsunuz. Koştuğunuzu fark eden keskin nişancı size yöneliyor.. Ateş ediyor.. Sağ baldırınızdan sıcak bir şeyin geçtiğini anlıyorsunuz biraz da dengenizi kaybediyor ve üzerinizdeki teçhizat ile yan yatıp yerçekimi ile düşen patates çuvalından farksız biçimde yere düşüyorsunuz. Bu sırada silah sesleri susmuyor, takım arkadaşlarınız düştüğünüzü gördüğünde keskin nişancıyı devreden çıkartıyorlar ve yanınıza gelip sizi korumaya alıyorlar.
Siz bu esnada toparlanıp eve sığınıyorsunuz, sağdan soldan seken mermi sesleri sizi tedirgin ediyor, dışarıda patlayan el bombalarının etrafa saçtığı toz toprak çerçevesi bile olmayan camdan içeri doluyor. Korku iyice damarlarınızda gezen bir konumda sizi esir alıyor.
İşte oynanışla birleşen nefes kesici ambiyans sonucu kendinizi her an ölüme yakın hissediyorsunuz. En ufak hatanızda dengelerin değiştiğini çok kez gördüm ve yaşadım.
3 Ağustos 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder